14 Haziran 2013 Cuma
İlkokulum ve İlk öğretmenim
Zaman kimseyi dinlemeden, kimseye aldırmadan o kadar hızlı geçiyor ki. İnsanların, onun değerini anlamasına bile izin vermiyor. Burası ilköğretim okulum Fatih İlköğretim Okulu. Yeni sistemle birlikte İlkokul olmuş olabilir, bilmiyorum. Evimizin hemen aşağısındaki bu şirin okulda geçirdiğim yıllar dün önünden geçerken tekrar aklıma geldi. Aslında, ne zaman hayaller kursam, geçmişe dönsem hep düşünürüm o yılları, hiç aklımdan çıkmazlar.
Çok klasik bir cümle olacak ama o zamanlarla bu zamanlar arasında çok fark var. Okulun önünden geçerken bile fark ediyorsunuz bunu. Mimarisinden bahsetmiyorum, gerçi mimarisi de değişti ama okul ve öğrenci hayatı açısından büyük yaralar açmış zaman, ondan bahsetmek istiyorum.
Sınıf öğretmenliği kavramı ülkemizde çok hassas bir nokta olmuştur. Kendi sınıf öğretmenimi anmak istiyorum burada. Hülya Oktay, beni beş sene boyunca okutan hocamdı. Disiplinli, idealistliği, eğitimciliği ile dört dörtlük bir kadındı. Hala düşündükçe kendisini ne kadar sevmiş olduğumu, kalbimde büyük bir özlemle hissediyorum.
Daha yedi yaşındaki çocuklar ile yani bizle uğraşmaya başladığı günden bizi orta okula gönderdiği güne kadar ince ince işledi bizi. Eğitim açısından kusursuzdu, ancak bu onun için yeterli değildi. Bir sınıf öğretmeninin hayatı da öğretmesi gerektiğini düşünürdü. Çocuklar, onun öğrencileri değildi. Onun hayatıydı. Belki de kendi çocuklarına bile vermediği değeri öğrencilerine verirdi.
Kusursuz eğitimin sadece ders anlatmak olmadığını düşünen komple bir kadındı. Verdiği öğütleri, uyarıları hala hatırlıyorsam bu yüzdendir. Okul kantinine savaş açmıştı gibi bir cümle kurmak belki ağır bir sözcük olacak ama gerçekten de öyleydi. En iyi beslenmenin özenle hazırlanmış ev yemekleri olduğuna inanırdı. Kantinin önünde görüldüğümüzde büyük bir suç işlemişiz gibi olurduk. Tabii su almıyorsak. Bir keresinde okul çıkışında elimizde cips ile yakalanmamız çok büyük azar yememize neden olmuştu. Şekerli sakızlardan, yapay gıdalardan, temizliğinden ve yararından şüphe duyduğu her ürüne nefret beslerdi.
Öğretmenliği tamamen bir sanat haline getirmişti. Bunda, velilerin de kendisine verdiği desteğin büyük rolü vardı. Belki de şimdi çocukların bu kadar başıboş olmasında velilerin öğretmenlerin işlerine karışmasının etkisi vardır, bilemiyorum. Çocukları seviyoruz diye onların geleceklerine yön verecek öğretmenlere karışmak ne kadar doğru olabilir? Ben bile seneler sonra farkında olmadan sağlıksız beslendiğimde öğretmenim aklıma geliyorsa, suçluluk hissediyorsam öğretmenlerin öğrenci üzerindeki yapıcılığını tartışmak büyük bir hata.
Çocukların üzerinde titrediğini sanarak onlara zarar veren veliler de çok değil birkaç sene önce öğrenciydiler. Belki de onların öğretmenleri benim öğretmenim kadar iyi değildi, belki de onlar benim kadar şanslı değildiler. Bu durumda sürekli kötüye giden bu düzende herkesin hatası var. Velilere suçu yüklemek kolaya kaçmak olur bence. Eğitimcilerin de sadece suçlu olarak görülmesi zaten hata. Bu durumu da her durum gibi işin köküne inmeden çözmeye çalışmak, olayları daha kötüye götürmekten başka bir işe yaramaz.
Hülya Hocam gibi bir hocaya herkes sahip olamıyorsa kötüye giden eğitimdir, velidir, öğrencidir. Yani sıralamasıyla böyledir. Çocuklar günden güne şişmanlıyorsa, daha küçük yaştayken hareket etmekten yoksun kalıyorsa bunu herkesin elini taşın altına koyması ile çözebiliriz. Çocuklarımıza, ileride veli olacaklarında hatırlayacaklar bilgiler verecek öğretmenleri yetiştirmeliyiz, olanları korumalıyız. Hülya Hocam gibi öğretmenleri gerekiyorsa bu işin önemli noktalarında söz sahibi yapmalıyız. Benim şansım olmamalı onun öğrencisi olmam, herkesin hakkı olmalı.
Etiketler:
çocuk,
fatih,
hayat,
ilköğretim,
kadın,
okulu,
öğretmenliği,
öğretmenlik,
önemi,
psikolojisi,
sağlıklı,
sınıf,
velilik,
yaşam
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder